Osman Elbek ve Kayıhan Pala’nın gündeminde sağlık çalışanlarına yönelik önlenemeyen şiddet, BioNTech Pfizer tarafından üretilen yeni aşı, korku yaratan BA.2.75 varyantı ve muhtemel grip salgını vardı.
Ömer Madra: Günaydın merhabalar! Çok kaotik bir dönemden geçiyoruz. Her gün yeni haberler geliyor. İç karartıcı olmakla beraber onları da konuşmak durumunda kalıyoruz. Bir son dakika haberimiz var, onunla başlayalım Osman Bey.
Osman Elbek: Biz bugün sağlık çalışanları olarak öfkeliyiz, kızgınız ve üzgünüz. Çünkü dün akşam Esenyurt Devlet Hastanesi’nde güvenlik görevlisi olarak çalışan Tuğrul Okudan bir hasta yakını tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Bu şiddet durdurulamıyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı'yla hastanelerimizin, sağlık kurumlarımızın adeta bir ticarethaneye döndürülmesinin bedelini sağlık çalışanları canlarıyla ödüyorlar. Bu yüzden, bir takım yasalardan ziyade yapılması gereken temelde hasta ve çalışanlar arasında oluşan uçurumu, birbirlerini "düşman" olarak görmelerini engellemek lazım. Ayrıca tıp fakültesindeki asistanlar, araştırma görevlileri bugün ve yarın grevdeler, çünkü bir ay kadar önce Sağlık Bakanlığı kendi kurumunda çalışan hekimlere yönelik bir özlük haklarında iyileştirme yönetmeliği yayınlamıştı. Bunu üniversitelerden azade tutmuştu, üniversiteleri bu ülkenin bir parçası değilmiş gibi dışarıda bırakmıştı. Üniversitelerdeki her bir birim bu yönetmeliğin onlar için de geçerli olmasını bir aydır talep ediyorlardı. Ancak herhangi bir adım atılmaması nedeniyle bu iki gün grev kararı verdiler. Bu sabah çok erken saatlerde yine sağlık çalışanlarının bilgisi dışında yeni bir yönetmelik yayınlandı. Bu yeni yönetmeliğin içeriği de tartışma yaratacak. Kayıhan, sen hem yönetmelik hem de sağlıktaki şiddet konusunda üniversitede öğretim üyesi olarak ne düşünüyorsun?
Kayıhan Pala: Öncelikle Esenyurt'ta hayatını kaybeden güvenlik görevlisi Tuğrul Okudan’ın sevenlerinin başı sağolsun. Sabır diliyorum. Sağlıkta şiddeti sona erdirmek için ciddi adımlar atılmadığı müddetçe biz bu haberlerle hep karşılaşacağız gibi görünüyor. Sağlık Bakanı Twitter'dan yaptığı paylaşımda sağlıkta iyi haberler birbirini izlerken “bu kötü haber” diye bir bildirimde bulunmuş. Sağlıkta iyi haberden kasıt zannediyorum Sağlık Bakanlığı'nda gelire katkısı olanlar için vermiş olduğu ek ödeme oysa “iyi haber’’ dediğimiz zaman ülkede sağlık hizmetlerine erişimin önündeki engellerin kaldırılmasına yönelik adımlar duymamız gerekir. Çünkü Tuğrul Okudan'ın hayatını kaybettiği olayda da bir yandan sağlıkta şiddet, bir yandan da acil servislerdeki yığılma var.Neden acil servislerde bu kadar ciddi bir yığılma var? Dünyada her yıl her yüz kişi otuz kere acil servislere başvururken Türkiye’de bu sayı elli beş. Dünyada nüfusundan daha fazla acil başvurusu olan tek ülke Türkiye. Bunları da tartışarak bu süreci değerlendirmek lazım. İkinci konuya gelince, Sağlık Bakanlığı, hastanelerinde çalışan hekimleri gelir getiren, gelir getirmeyen diye ayırarak bir ek ödeme yönetmeliği yayınlamış ve birinci basamağı bunun dışında bırakmış. Pandemide gece gündüz uğraşıp hastalık yayılmasın diye ciddi çaba gösteren meslektaşlarımız bunlar. Tıp fakültelerini de bunun dışında bırakmış. Ben yönetmeliği okudum. Şu soruyu birine sorup yanıt vermesini beklemek lazım; tıp fakülteleri gerçekten para kazanılan yerler midir? Çünkü tıp fakültesinin üç temel işlevi var değil mi: eğitim, araştırma ve hizmet sunumu. Burada gelir getirmekten kasıt yalnızca hizmet sunumuna biz teşvik vereceğiz anlamına geliyor. Bu durumda tıp fakültesini bağlamından koparmıyor muyuz? Tıp fakültesinde, örneğin anatomide, fizyolojide çalışan herhangi bir kişinin tıp fakültesindeki eğitime, hizmete, araştırmaya katkısını yok mu sayıyoruz? Bu gerçekten kabul edilemez. Asistanların bu iki günlük direnişlerini çok haklı buluyorum. Biz bu noktada nitelikli eğitimi, taklit ve tekrara dayanmayan araştırmayı konuşmalıyız diye düşünüyorum.
BA.2.75 varyantının giderek yayıldığı gözleniyor
O.E.: Pandemiye dönersek, dün Dünya Sağlık Örgütü son durum raporunu yayınladı. Vaka sayılarında da ölüm sayılarında da yüzde yirmileri aşan bir azalma var, ki ölüm sayısı geçtiğimiz hafta tüm dünyada yaklaşık 11 bin kişi sınırındaydı. Bunun anlamı şu; pandeminin ilk döneminden bu yana en düşük sayıya ulaştık. Bu şüphesiz çok olumlu bir adım ve Dünya Sağlık Örgütü’ne göre çok iyi bir noktadayız ama pandemi bitmedi. Vaka sayılarına baktığımızda bildiğiniz gibi Güneydoğu Asya, Japonya, Güney Kore son dönemlerde bir artış yaşıyordu, bu ülkeler arasına bir de Çin eklendi. Çin hâlâ sıfır Covid-19 politikasını sürdürüyor. Ölümlerde ise Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Brezilya'nın arkasına Filipinler eklendi. Avrupa'ya baktığımızda vaka ve ölüm sayılarında ciddi azalma var. Ukrayna'da yüzde 40’ları aşan vaka artışı da dikkat çekiyor. Varyantlara baktığımız zaman dünyanın yüzde 90’ında varyant olarak BA5 görülüyor. Altını çizmemiz gereken kritik nokta şu; BA.2.75 dediğimiz, Hindistan'da saptanan ve gelecek açısından kaygı duyduğumuz varyantta küçük bir kıpırdanma var. Tespit edilen suşların bir önceki hafta yüzde 1’ydi, bu hafta yüzde 2.2’ye yükseldi. Bu konuda bizim açımızdan uyarıcı gelişme ise komşumuz Yunanistan'da BA.2.75'nin saptanmış olması. Ege Denizi virüs geçirmez değil. Belki insanlar denizden geçemiyorlar, botların üzerinde öldürülüyorlar ama virüsler geçiyor. BA.2.75 şu açıdan önemli: Biliyorsunuz insan hücrelerinin, ACE reseptörlerine yapışarak virüs insanda hastalık yapıyor. Orjinal Wuhan suşunun ACE reseptörlerine bağlanma kapasitesini 1 kabul edersek dünyada ciddi bir dalga yaratan Delta varyantının bundan iki buçuk kat daha fazla olduğunu ifade eden henüz hakem değerlendirmesinden geçmemiş bir araştırma yayınlandı. BA4 ve BA5 ise orijinal Wuhan’a göre 4,8 kat daha fazla ACE’ye bağlanıyordu. Bu reseptöre daha fazla bağlanmak, daha fazla bulaştırıcılık anlamına geliyor ve BA4 ve BA 5 tüm dünyayı ciddi düzeyde etkiledi. Bu araştırma BA.2.75'in ise orijinal Wuhan'a kıyasla bağlanma kapasitesinin 21 kat daha fazla olduğuna işaret ediyor. Başka bir ifadeyle BA.2.75, şu an dünyadaki egemen olan BA5’ten yaklaşık 4,5 kat daha fazla bu reseptöre bağlanıyor ve bu durum sonbahar için çok olumsuz bir tablo çizme riskini var ediyor. Pandeminin Türkiye'deki sağlık alanında yaptığı yıkıma geçmeden önce Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Nuri Ersoy'un geçen hafta bir soru önergesine verdiği yanıta dikkatinizi çekmek istiyorum. Bakan Ersoy, 2021 yılında Covid-19 nedeniyle Türkiye'deki 608 özel tiyatronun 503’ünün, yani yüzde 83’ünün kapandığını ifade etti. Bu noktada hastalık ve ölümlerden daha ciddi bir insani yıkım var. Ne yazık ki bu veri kamusal otoritenin bu insani yıkımı önlemek için herhangi bir adım atmadığına da işaret ediyor. Vaka ve ölümlere dönersek, 5-11 Eylül verileri açıklandı. Türkiye'de alışılmış olduğu gibi vaka sayısında azalma gözlemlendiği dönemde bu veriler hızla açıklanıyor. Vaka ve ölümlerde yüzde 30 azalma var ve bu çok olumlu bir haber. Yine de ulaştığımız nokta hâlâ mayıs sonunda geldiğimiz iyi noktadan daha kötü bir yerde. Mayıs ayında geldiğimiz nokta bize önümüzdeki dönem için olumlu bir tablo göstermişti ancak yaz döneminde resmî sayılara göre yaklaşık 1 milyon 800 bin insan hastalandı. Bize ulaşan verilerin çok azının gerçekle örtüştüğünü biliyoruz. Bu verilere göre bu yaz döneminde 2111 kişi öldü. Başka bir ifadeyle her gün 21 kişiyi covid nedeniyle kaybettik yaz döneminde. Aşılama oranlarını da özetlemek isterim. Ne yazık ki hatırlatma dozu oranımız çok düşük; dördüncü, beşinci dozlarımız yüzde 15’lerde. Son haftalarda ilk dozunu olan kişi sayısı yüzde 5’e kadar geriledi. Günlük olarak 10-11 bin civarında aşı yapıyoruz. Bu durumların içindeyken yaz için beklemediğimiz, nispeten yüksek bir vaka yoğunluğu ile okulları açıyoruz. 12 yaş altının aşı hakkı Türkiye’de yok. Okulların altyapısını, havalandırma şartlarını da düşünürsek nasıl bir sonbahar öngörüyorsun Kayıhan?
K.P.: Öncelikle şunu söylemeliyim, BA.2.75 konusunda Türkiye’den elde ettiğimiz bir veri yok ama BA.2.75 konusunda bazı mikrobiyoloji uzmanı meslektaşlarımız özellikle Temmuz sonundan itibaren Türkiye'de de bir kıpırdanma olduğunu, çok sınırlı sayıda genomik analiz yapılmasına rağmen paylaşıyorlar. Dolayısıyla eğer bu BA.2.75 bu yılın son çeyreğinde Türkiye'de egemen olmaya başlarsa ve bu grip hastalığıyla buluşursa çok ciddi sorunlar karşımıza çıkabilir. Okulların açıldığı birkaç hafta içerisinde hastalıkların çocuklardan çocuklara bulaşması nedeniyle çocuklar biraz sarsılabilirler. Ateşleri hafif yükselebilir, öksürük başlayabilir ve bu nedenle anne babalarda bir tedirginlik olabilir. Bunun üzerine bir de Covid-19 eklenirse, ilk izlenimler bunun eklenebileceği yönünde, o zaman risk grubundaki bireyleri korumak çok daha büyük önem taşıyor. Türkiye'deki aşı oranlarına baktığımızda hatırlatma dozu olanların nüfusa oranı üçte bir, bu çok düşük bir oran. Bilimsel araştırmalarla kanıtlandığı gibi hatırlatma dozu olmamış, tek doz ya da iki doz olmuş olanlar artık hastalığa karşı bir koruma kalkanı geliştiremiyorlar. Bu arada Sağlık Bakanlığı açıklamadığı için hatırlatma dozu olmuş olanlar içerisinde mRNA aşılarıyla, inaktif aşıların oranlarına dair de hiçbir bilgimiz yok. Dolayısıyla şu anda toplumsal bir bakış açısıyla yapılmış aşı oranlarıyla pandemiye güçlü yanıt vermemiz olanaklı değilken ortada hiçbir tehdit yokmuş gibi okulları açıyor olmak önemli bir halk sağlığı problemine kapı aralıyor olabilir. Okullarla ilgili iki yıldır söylemeye çalıştığım temel nokta pandeminin etkisini biraz olsun ortadan kaldırabilecek bazı önlemler alınmasıydı. En başta sınıfların havalandırılması olmak üzere bu konuda hiçbir girişim yok. Sınıflardaki öğrenci sayısının azaltılmasına dönük girişimler olmalıydı. Bu konuda da maalesef hiçbir girişim yok. Bursa'da bazı depreme dayanıklı olmayan okullar nedeniyle o okullar kapatılıp başka okullarla birlikte eğitim verilmeye başlandı. Geçen gün bir veli bu konuyla ilgili şöyle bir örnek verdi. 21.30’da eğitim sona eriyor ve 21.30’da kız öğrenciler çıkıp meydana gitmeye çalışıyorlar. Bırakın pandeminin etkisiyle sınıflardaki öğrenci sayısını azaltmayı, öğrencilerin gündelik hayatlarını normal yaşayabilecek bir düzeyde bile bir eğitim politikasına Türkiye'nin henüz giremediğinini, böyle bir yapılanmanın olmadığını görüyoruz. Umuyoruz ciddi problemler çıkmaz ama Dünya Sağlık Örgütü'nün ve Avrupa'da, Amerika'da hastalık kontrol merkezlerinin öngörülerine göre bu yılın son çeyreğinde ciddi problemlerle karşılaşma ihtimalimiz var.
BioNTech Pfizer aşısının yeni versiyonu onaylandı
O.E.: Bu çocukluk aşılarıyla ilgili geçtiğimiz haftalar içerisinde çok nitelikli yayınlar çıktı, dinleyicilerimizle bu vesileyle onları da paylaşıp bir konunun altını çizelim. Örneğin Brezilya'dan, Türkiye'de kullanılan ölü-inaktif virüs aşısı olan CoronaVac’ın 6-11 yaş arasındaki 200 bine yakın çocuk üzerindeki etkinliği yayınlandı. Benzer şekilde 5-11 yaşta Singapur'dan BioNTech-Pfizer şirketinin ürettiği mRNA aşısının sonuçları 259 bin çocuk üzerinden yayınlandı. Bu iki araştırmanın sonuçları ölü-inaktif virüs aşısının, yani CoronaVac’ın hastalıkları önlemede yeterince etkin olmadığı, çocuk ölümlerini etkileme konusunda etkin olduğunu gösterdi. mRNA aşısının ise hastalıkları ve ölümleri önlemede ölü inaktif virüs aşısına göre daha etkili olduğu ortaya çıktı. 9 Eylül’de Lancet Infectious Diesases’de yayımlanan bir yazıya göre İsrail’de elde edilen verilerle 5-10 yaş arasında iki doz aşısının ve 12-15 yaş arasında hatırlatma dozunun üç kata yakın oranda enfeksiyonları azalttığını ortaya koydu. Hem Amerika hem Avrupa'nın ilaç daireleri, sağlık otoriteleri BioNTech-Pfizer aşısının yeni versiyonunu yani BA4 ve BA5’e karşı daha etkili olan versiyonlarını onayladılar. Türkiye'de bununla ilgili herhangi bir haber verilmiyor. Dinleyicilere bir de olumlu haber verelim. Rusya, İran, Hindistan ve Çin enfeksiyonlara karşı çok daha güçlü olan mukozal aşılar yapıyor.
K.P.: Mukozal dediğiniz burundan sıkılarak uygulanan bir tür mu?
O.E.: Evet, böylece enfeksiyonu alma noktasında daha güçlü bariyer sağlayarak, enfeksiyonları engellemede de daha iyi aşılar üretmek istiyorlar. Türkiye'de bunlarla ilgili herhangi bir açıklama, veri yok. Hem bu konuda, hem de bir önceki programımızda aile ve sosyal hizmetler bakanının yaşlı ölümleriyle ilgili yeni açıklaması konusunda ne dersin Kayıhan?
K.P.: Dünyada özellikle bu yeni endişe verici varyantlara karşı daha etkili aşılar geliştirildi ve bu aşılar hem Avrupa İlaç Ajansı hem Amerika'daki yetkili kurum tarafından onay aldı ama Türkiye'den henüz bir ses yok. Hatırlatma dozunu bu güçlü aşılarla yaptırmak isteriz. Aynı şekilde 12 yaşın altındaki çocuklar için aşı getirmeye dönük hiçbir girişim yok. Bunlar olmadığı gibi Turkovac aşısının etkinliğine dair faz sonuçlarını içeren bilimsel bir rapor ya da makale yayımlanabilmiş değil. Bu açıdan Sağlık Bakanlığı gerçekten çok başarısız görünüyor. Sağlık Bakanlığı bugüne kadar 150 milyon dozdan fazla aşı yapılan bu ülkede hangi aşının kaçıncı dozdan sonra ne kadar sahada etkili olduğunu açıklayabilir olmalıydı. Bu durumda anlıyorum ki bunu açıklayabilecek kadrolara izin vermiyorlar, bu işle ilgilenenler bu konularda bilgisiz, beceriksiz. Oysa onların altında çalışan, yetkili yerlere bir türlü getirilemeyen çok sayıda halk sağlığı uzmanı, hatta epidemiyoloji yan dalı uzmanı meslektaşımız var. Bu meslektaşlarım çok başarılılar ve eğer onlara bir fırsat tanınsa bunları çok kısa sürede açıklayabilir, güncelleyebilirler. Sağlık Bakanlığı verileri gizlemeyi, sanki ortada hiçbir problem yokmuş gibi davranmayı tercih ediyor. 2022 yılının sonuna geliyoruz. Henüz 2022 yılında bu ülkede kaç kişinin öldüğünü ne TÜİK ne de Sağlık Bakanlığı açıklayabildi. İkinci konuya gelirsek, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Yanık, yaşlı ölümleriyle ilgili yüzde 4,4 bir rakamdan söz etmişti. Bunun ne olduğunu öğrenmek istemiştik. Kendisi daha sonra bir açıklama yaptı. Bunun huzurevlerinde kalanların ölüm oranı olduğunu, batıda bu oranın yüzde 30 ile 85 arasında değiştiğini, dolayısıyla ‘bizim “çok başarılı olduğumuzu’’ söyledi. Ancak bu yılın mart ayında yayımlanmış bir makaleye göre yüzde 4,4 huzurevlerinde kalanlar için çok da iyi bir ölüm oranı değil maalesef. Örneğin Norveç'te bu oran yüzde 0,7. Almanya’nın nüfusu bizim nüfusumuza çok yakın ve bu oran orada yüzde 2,4. Dolayısıyla bazı sağlık göstergelerini birbirine karıştırmadan, ne olduğunu iyi anlayarak toplumla buluşturmanın büyük yararı var. Üstelik Türkiye'de huzurevlerinde ve bakım evlerinde kalan yaşlı sayısı da oldukça az. Yine Almanya'dan bir örnek verebilirim, 969.553 kişinin huzurevlerinde kaldığı bilgisi var, bu neredeyse 1 milyon kişi demek. Türkiye’de bu sayının çok daha az olduğu biliniyor. Buna rağmen bizim koruma oranlarımız maalesef istediğimiz düzeylere ulaşmış görünmüyor.
Türkiye’nin olası bir grip salgınıyla ilgili politikası hâlâ belirsiz
O.E.: Bu programda grip aşısını ve grip mevsimini de konuşmak istiyoruz. Dünya Sağlık Örgütü'nün verileri son iki yılı dışarıda tutarsak her yıl 600 binden fazla insanın grip nedeniyle öldüğünü, bu nedenle de gribin hafif bir hastalık olmadığını, aksine özellikle kronik hastalık gruplarında, risk gruplarında ve çocuklarda ölümcül bir tabloya sebep olabileceğini işaret ediyor. Bu yüzden de bugün itibarıyla eczacı odaları ve Tüm Eczacı İşverenler Sendikası’nın yaptığı açıklamalara göre eczanelere grip aşısının ulaşmış olması gerekiyor. Bu verilere göre Türkiye'de 4 milyon grip aşısı eczanelere ulaşacak. Bunun yarısının Sosyal Güvenlik Kurumu'na tabi, ücretsiz bir şekilde kronik hastalara ve risk gruplarına uygulanacağı, diğer yarısının ise 243 liraya ulaşan bir fiyatla uygulanacağı ifade edildi. Risk grubunda bulunan herkese grip aşısı olmasını öneriyoruz, çünkü yaklaşık iki yıldır ciddi bir griple karşılaşmadık. Bu yıl Avustralya örneğinde olduğu gibi Türkiye'nin de Kuzey Yarımküre’nin de benzer şekilde yüksek bir grip sezonu geçireceğine işaret ediliyor. Sonbahar sadece grip ve COVID pandemisiyle değil muhtemelen pek çok virüsle iç içe geçecek. Bu yüzden risk gruplarını korumamız lazım. Ücretli satılacak grip aşılarından 4 milyon var, 2 milyonu risk gruplarına ayrılmış. Bu rakam ile sonbaharı sağlıklı geçirmemize yeter mi? Risk gruplarını koruyabilir miyiz?
Özdeş Özbay: Bu 243 türk lirası, yüzde 80 zam demek oluyor, resmî enflasyonun da üzerinde olduğunu görüyoruz.
K.P.: Öncelikle risk gruplarında kimler var, onları inceleyelim. En yüksek risk grupları sağlık çalışanları ve yaşlı yetişkinler, yani 65 yaşın üstündekiler. 1 milyonun üstünde sağlık çalışanı yaklaşık 8 milyon kadar da yaşlı yetişkin var. Bu ikisi toplandığında 9 milyon yapıyor. Gebelerin ve kronik hastalığı olanların da aşı olması lazım. 6 aydan büyük, 5 yaştan küçük çocukların öncelikli olarak grip aşısı olmaları lazım. Bunları topladığımızda çok iyimser bir tahminle bizim 15 milyon doz daha fazla aşıya ihtiyacımız var. Dün bir meslektaşımdan üç haftadır grip aşılarının ecza depolarına geldiğini ama Sağlık Bakanlığı ve SGK’nın nasıl bir yol haritası izleyeceklerine dair bir yönlendirme yapmadığını öğrendim. Aşılar depolarda olmasına rağmen eczanelerde satışa geçmiş durumda değiller. Eğer sağlık haksa, grip de çok önemli bir halk sağlığı sorunu olmaya adaysa, o zaman bu aşıları satılabilir değil, kamu tarafından karşılanabilir bir öncelik olarak düşünmemiz gerekir. “243 liraya bu aşıyı olun” demek belki karar veren merciler için kolay ama bu ülkedeki yoksulluk oranları düşünüldüğünde, hatta derin yoksulluk kavramı aklımıza geldiğinde bu aşıları insanların kolaylıkla yaptırmaları pek mümkün görünmüyor. O yüzden Sağlık Bakanlığı'nın hemen bugün itibarıyla bu aşıları özellikle risk grubunda olanlar için ücretsiz kılacak bir düzenleme yapmasında büyük yarar var. Aksi halde bu kadar az sayıda aşıyla grip hastalığına karşı korunamayarak ve ikiz pandemi olasılığını göz ardı ederek 2023’e girmiş olacağız.
O.E.: Aslında çok önemli bir vurgu yapıyorsun. Ekonomik olarak daha güçlü olanların, sağlık hizmetlerine daha çok gereksinimi olan yoksulların aksine sağlık hizmetlerine daha kolay eriştiği bir dünyada yaşıyoruz. Bu da sağlıkta tersine hizmet dediğimiz durumu ortaya çıkarıyor. Bunu değiştirebilmenin tek yolu her açıdan tartışmamız. Tuğrul Okudan'ın öldürülmesinin altında da böylesi bir dünyayı ve ülkeyi var etmemizden kaynaklanan gerçekler yatıyor. Bu şartlar ve ortam değişsin. İnsanlar parasına göre değil, hakka ve ihtiyaca göre sağlık hizmetine ulaşabilsin.